top of page

Aylin Aslım: Ruh sağlığımı sabitledim

Güncelleme tarihi: 26 Haz 2019


Radikal, Mart 2013



Dördüncü albümü 'Zümrüdüanka'yı konuşmak üzere buluştuğumuz Aylin Aslım, "20'lerim çok hızlı ve zorlu geçti. Şimdi bir şeyleri, en çok da ruh sağlığımı sabitledim. Daha az terör estiriyorum" diyor.


Bir önceki albüm ‘Canını Seven Kaçsın’ çok daha dışa dönük bir albümdü. ‘Zümrüdüanka’daysa daha içinize dönmüşsünüz sanki. Sanırım aradaki üç buçuk senede biraz daha içime döndüm. Özel hayatımda birtakım değişiklikler oldu. Biraz kendime bakma zamanı gelmiş herhalde. Bazen böyle oluyor, ne çıkacağını bilmiyorsun albümden önce. Mesela ‘Canını Seven Kaçsın’da daha sert bir albüm istediğimi biliyordum başlarken. Onu yaptım, yeterince buhar çıkartıp rahatladım herhalde. Bu sefer içimden bu şarkılar çıktı işte…

Albümde “Zeki Müren’le ağladım, Müzeyyen’le coştum” diyorsunuz bir şarkıda. İki albüm arasında bir Türk sanat müziği dönemi geçirdiniz galiba? Annem, babam çok iyi Türk sanat müziği dinleyicisidir. Hatta annem ut dersleri filan aldı, korolarda söyledi; babamın da repertuvarı çok geniştir. Ben de çok severim TSM, müthiş sözler vardır o şarkılarda. Özellikle Müzeyyen Senar, benim için idoldür, devrimci bir kadındır. Yaptığı müzikte birçok şeyi kendince bozmuş, trompet gibi Batı enstrümanları kullanmış mesela bazen klarinet yerine. Hayatı boyunca sahnede kalması, her şeyi kendi kafasına göre yapması, sahnede fondip yapması… (Gülüyor) Neşesiyle, duruşuyla, her şeyiyle bir ikon benim için. Bu albümde bazı şarkılarda “Bu gece benim gecem”, “Bu yâr benim kime ne” gibi sözler var mesela. Bu şekilde rakı masasında dinlemeyi en sevdiğim şarkılara birer selam yolladım.

‘Zümrüdüanka’ şarkı sözleri açısından biraz daha ilk albüme paralel olmuş. Aşk şarkısı yapmayı sevmediğinizi biliyoruz, ne oldu da böyle aşk şarkılarına ikna oldunuz? Yazmaya oturduğumda ortaya bunlar çıktı. Ben her albümün üretme zamanı gelince bir ‘çuvallayacağım’ hissi yaşıyorum, tekrar iyi bir şey yapabileceğimden şüphe duyuyorum. Her gün düzenli olarak oturup çalışan biri olmadığım için, böyle bocalama dönemleri yaşıyorum. Bir de geçen sene her tarafımı kırıp evde oturmak zorunda kalınca, iyice içe dönük bir albüm çıktı ortaya işte.

Ayağınızı kırmıştınız değil mi? Reha Erdem’in ‘Şarkı Söyleyen Kadınlar’ filmi için Büyükada’da setteydik, ters bir hareket yapınca, ufak bir kaza geçirdim, ayağımı kırdım. Ama bitmedi, peşine omzumu kırdım, el bileğimin tendonlarını yırttım filan. Üst üste geldi hepsi ama hem albüm ekibi hem de arkadaşlarım çok motive ettiler beni, öyle toparlandım.

Nasıldı oyunculuk tecrübesi, hoşunuza gitti mi? Becerebildim mi emin değilim ama çok sevdim ben oyunculuğu, iyi ki yapmışım. Hiç bilmediğim ve çok merak ettiğim bir dünyaydı o benim. ‘Son’ dizisiyle aynı döneme denk geldi set. Dizi, fiziki şartları çok zor olan ve size hiç vakit bırakmayan bir işmiş. Altı ay eve bile zar zor uğrayarak, hiç kimseyi görmeden yaşadım. Film de öyle. Bir süreliğine Reha Erdem’in adada yarattığı masal dünyasının içinde yaşamak çok hoşuma gitti. Tekrar yapmak isterim.

Neler kattı size bu tecrübe? Aslında sinema da müzik gibi ekip işi. Ama müzikte kendi işimin başında ben varım, sinemadaysa başka insanların koyduğu kurallara uymam gerekti. Bunu yapabileceğimi hiç bilmiyordum, kendimde o disiplini görmek hoşuma gitti. Sabahın köründe kalkmak, 16-17 saat ayakta kalmak… Öte yandan, böyle şeyler yaşayınca işimin, evde oturup kendi kelimelerimle uğraşmanın kıymetini anladım. (Gülüyor)

Albüme dönelim tekrar. Bir Aysel Gürel şarkısı var albümde, ‘Hasret’. Kıyıda köşede kalmış bir şarkıdır aslında, neden onu seçtiniz? ‘Kurbağalar’ filminin müziğidir o, sonradan Sezen Aksu çok beğenmiş müziği, Aysel Gürel de söz yazmış. O şarkıyı ilk duyduğum anı hatırlıyorum, 12 yaşındayım, okula gideceğim, kahvaltı masasındayım, radyoda çalıyordu. “Vay be şarkıya bak” demiştim. O zamandan bu yana el değmemiş olmasına şaşırıyorum ama hoşuma da gidiyor. Bir de albüm ekibinden Sarp Özdemiroğlu’nun babası Atilla Özdemiroğlu’nun bestesidir o şarkı. Atilla Ağabey’den de fikir alarak modernize ettik albüm için.

Benim favorim ‘İşte Sana Bir Tango’ oldu. Başında bir de mani var… Çocukluğumdan kalma bir mani o. Birlikte büyüdüğüm kuzenim Bahar’a ithaf ettim o yüzden. Çocukluğumdan hatırladığım şeyleri albüme yerleştirme fikri çok mutlu ediyor beni. Kantoları filan çok sevmemin sebebi de o sanırım. 80’lerin başında çok az isim çıkabiliyordu ekrana. O çocuk halimle, Nurhan Damcıoğlu onların arasından sıyrılıyordu benim için. Onun o tüllü müllü, neşeli hali… Ağzım açık seyrederdim, önceki albümdeki ‘Gulyabani’ filan hep onun etkisiydi belki de…

Albümün son şarkısında “18 hızlı ve öfkeli, 20’ler neydi? 30’lar bedelli” diyorsunuz. Nasıl geçiyor hakikaten 30’larınız? 30’lu yaşlarımdan memnunum. Uzun zamandır yapamadığım şeyleri yapabilecek hafiflikte ve sakinlikte hissediyorum. 20’ler benim için daha çok kendini gerçekleştirme yıllarıydı, çok hızlı ve zorlu geçti, çok çalışmam gerekti. Şimdi daha sabitledim gibi bir şeyleri, en çok da ruh sağlığımı. Artık daha az kızgınım, daha az terör estiriyorum. (Gülüyor)

Bu bir rock müzisyeni için iyi bir şey mi? Bilmem, motivasyonu her zaman öfkeden almak çok da iyi bir şey değil galiba.

40’larınızı düşünüyor musunuz hiç? Pek düşünmüyorum. Yine sahnede olmayı ve yaptığım işi daha iyi yapmayı istiyorum. Bir de umarım vaktimi daha iyi değerlendiririm. 20’lerde hiç ölmeyecekmiş gibi yaşadığınız ve zamanı hiç düşünmediğiniz için farkında olmuyorsunuz öneminin. Ben de yeni yeni fark ediyorum. Örneğin anneannemden göç hikâyesini dinlemeyi ve kayıt altına almayı istiyordum ama şimdi alzheimer başlangıcı var, geç kaldım sanırım biraz.

İkinci albümden bu yana, kadın meselesinde duyarlı bir profil çiziyorsunuz. Nelerin etkisi var bu noktaya gelmenizde? 18’imden beri yalnız yaşayan bir kadınım. Yalnız bir kadının Türkiye’de nasıl bir hayatı olduğunu çok yakından biliyorum. Yaşanan eşitsizlikler çok daha fazla gözüme çarpıyor o yüzden. Toplum o kadar erkek egemen ki birçok yerde feminen olma şansınız yok. Esnafla konuşurken erkek gibi davranıyorsunuz mesela, fark etmeden hem de. Artık yapışmış üzerimize. Ben de elimden geldiğince, Mor Çatı, Amargi, KAMER, Filmmor gibi toplulukları takip ediyorum. Ama tabii Twitter’dan kıyamet koparmak ya da imza kampanyasına katılmak yeterli değil, daha somut değişiklikler gerek. Devletin korumada yetersiz kalması konusunda ciddi aşama kaydedilmesi gerekiyor. İstenirse önlem alınabildiğini birçok konuda görüyoruz, kapkaç bunun güzel bir örneği mesela, trafik cezaları keza, çok caydırıcı artık. Ama kadın konusu bir türlü önemsenmiyor. Bakan Fatma Şahin aktif gözüküyor bu konuda, umarım görevi süresince bir şeyleri daha ileriye götürebilir.

Aslında Bakan Şahin yapması gerekeni yapıyor ama biz bu manzaraya pek alışık olmadığımız için heyecanlanıyoruz galiba… Partilerüstü bir şey söylüyorum; birini sürekli eleştirmek hangi makamda olursa olsun onun motivasyonunu etkiliyordur çünkü. O yüzden yapılan iyi şeyleri de desteklemek lazım. Bir de bu konuda erkeklerin desteğini almaktan gocunulmaması gerektiğini düşünüyorum birçok oldschool feministin aksine. Sorun erkeklerleyse çözüm de erkeklerle olacak.

Hele de destek veren erkek bulmanın zaten yeterince zor olduğu bir ortamda… Bazen takside filan Türkçe pop ya da arabeske maruz kalıyorum. Çoğu erkek şarkıcının şarkılarında sürekli bir aşk acısı… Sanırsın dünyanın en romantik erkeği, Türk erkeği. Bunları da kadınlara kıyan erkekler dinliyor. Bu noktada büyük bir çelişki var aslında. Ünlülere dövülmüş makyajı yapmaktan öte daha somut bir şeyler yapmak gerek. Artık kimse bir şey hissetmiyor o fotoğraflara bakınca çünkü. Bu sorunu birlik olup çözmek gerek.

Comments


bottom of page