Radikal İki, Ocak 2011
Dünyada her 30 kişiden biri göçe uğramış bir ailenin bireyi. Türkiye’deyse bu istatistik çok daha şenlikli bir seviyede: Her 3 kişiden birinin ailesinin bir göç geçmişi var. Dolayısıyla, bu topraklarda istemediğimiz kadar çok göç hikâyesi var. Bu hikâyelerin hatrısayılır bir kısmına, 1923’te Lozan Antlaşması’nın imzalanmasıyla Türkiye ve Yunanistan arasında başlayan mübadele süreci sahiplik ediyor. Mübadelenin iki tarafta da yarattığı duyguyu anlamak açısından önemi büyük olan bu hikâyelere bir örnek de Denizlili Minoğlu ailesinin hikâyesi. Mübadele süreci başladığında, Türkiye’deki Rumlar topraklarını, evlerini terk edip gitmeye başlarlar. Döneceklerini umarak gittiklerinden (ya da gitmek zorunda kaldıklarından diyelim) birçoğu kapılarını kilitleyip öylece çıkarlar evlerinden. Bu süreçte, Denizli’yi terk etmek zorunda kalan Minoğlu ailesi de, kader birliği ettiği diğer Rumlar gibi bir kısım değerli eşyalarını, yakın Türk komşularına emanet bırakır. Kızları için hazırladıkları çeyiz sandığı da bu emanetlerden biridir. Fakat yıllar geçip de kimse dönmeyince, sandığın hikâyesiyle büyüyen, komşu evin oğlu Kemal Yalçın, o sandığın sahibini bulmaya karar verir. Zorlu ve uzun bir süreç sonunda, defalarca Yunanistan’a gidip geldikten sonra nihayet çeyizin sahibesini bulan Yalçın, çoktan evlenip çoluk çocuğa karışan kadına çeyizini geri verir. Kemal Yalçın’ın 1998’de, ‘Emanet Çeyiz’ adıyla kitaplaştırdığı bu hikâye gibi daha nicesi var. Yunanistan’a giderken oyuncak bebeğini merdiven altına saklamak zorunda kalan bir göçmenin, yıllar sonra, doğduğu evi görmek için döndüğünde oyuncağını koyduğu yerde bulması gibi mesela. Ya da mübadele yüzünden bölünen ailelerin, sevdiği insanı terk etmemek için din değiştiren, bu kez de ailesinden koparılan insanların kahramanı olduğu bir dolu öykü...
İstanbul'da tüm bu öykülerin buluştuğu, kesiştiği bir yer var artık. Türkiye’nin ilk mübadele müzesi, İstanbul 2010 Kültür Başkenti Ajansı’nın desteğiyle, Çatalca’da açıldı. Müzede, ataların sandıklarında saklanan giysiler, mutfak aletleri, yazılı belge ve fotoğraflar bağışçılarının isimleriyle sergileniyor. Müze yönetimi, şimdilik ellerindekilerin yalnızca bir kısmını sergileyebiliyor ancak 30 Ocak’ta, Lozan Antlaşması’nın yıldönümünde, müzenin tamamlanmış ve geliştirilmiş haliyle açılışından sonra daha birçok şeyi sergileme fırsatı bulacaklar. Planlar arasında, nüfusunun dörtte biri mübadillerden oluşan Yunanistan’daki mübadele müzeleriyle karşılıklı sergiler düzenlemek de var. Bu, ilgi çekici bir düzenleme olabilir. Müzenin bir diğer ilgi çeken parçası da mübadilleri Ege’nin bir yakasından diğerine taşıyan Gülcemal Vapuru maketi. Vapurun hikayesi, “Ey Gülcemal Gülcemal/ dört tane direğin var/ aldın gittin yârimi/ ne hain yüreğin var” türküsü eşliğinde, başka birçok hazin öykü ve o öykülerin arka fonundaki eşyalarla birlikte müzede ziyaretçilerini bekliyor. Yolunuz Çatalca tarafına düşerse, mutlaka ziyaret edin...
Comments