top of page

Bir Yolunu Bulmaya Çalışmanın Romanı


Milliyet Kitap, Haziran 2014



Şu günlerde, sene-i devriyesini idrak ettiğimiz Gezi direnişi, hemen herkesin hayatına, bir yerinden dokundu. İstanbul ya da taşra fark etmez, Gezi Parkı’ndan yükselen ruh her yere, herkese sirayet etti. Kimi hayatının en mutlu dönemini yaşadı, kimi hayatının en umutlu dönemini. Kimi daha politik oldu, kimi daha apolitik. Biriyse nefret ettiği martıları sever oldu. Çağlar İyice’den bahsediyorum. Emrah Serbes’in İletişim Yayınları’ndan çıkan yeni romanı ‘Deliduman’ın başkarakteri Çağlar İyice’den.

İstanbul’a çok da uzak olmayan bir taşra kasabasında, Kıyıdere’de yaşıyor Çağlar İyice. 17’sinde. Parçalanmış bir ailenin mensubu. Annesi ve kızkardeşi yanında. Dayısı da onlarla. Pek hazzetmediği babasıysa İstanbul’da. Arkadaşları (Çisem Trinity, T.C. Sinem Uzun takma isimli kız) ona ‘apaçi’ diyor. Tamam, belki biraz ‘deliduman’ ama en asil duyguların insanı aslında bu çocuk. Şu hayatta en hassas olduğu konu kızkardeşi Çiğdem İyice. (Dokuz yaşında ve Çağlar’a göre dünyanın en iyi moonwalker’ı, neredeyse Michael Jackson kadar iyi.) Onun için yapmayacağı şey yok Çağlar’ın. Tam da bu yüzden, yolu önce Uludağ Üniversitesi Konferans Salonu’ndaki yetenek yarışması seçmelerine, ardından da Gezi Parkı’na düşüyor.  


‘Hürriyetleri için öksüren çocuklar’

Böylece Kıyıdere’de başlayan hikaye, Gezi Parkı’na uzanıyor, Telefon-şarj-gazdan Kaç Otel’in lobisinde geziniyor, Pankart Kültür Merkezi’nin çatısına çıkıyor, Gümüşsuyu’na iniyor... Tüm bu tanıdık mekanları bir kez de Çağlar İyice ile birlikte geziyoruz. Bir kez de onun gözünden görüyoruz. Yazarın kendi deyişiyle ‘hürriyetleri için öksüren çocuklar’la Çağlar İyice vasıtasıyla tekrar tanışıyoruz.

Çağlar’ın Kıyıdere’den kalkıp Gezi Parkı’na gelme sebebi direnmek falan değil bu arada. Orada oluşunun tek amacı kardeşi Çiğdem İyice’yi bulmak. Hatta biraz kızgın bile oradaki insanlara ve tüm bu olanların zamanlamasına. "Dertleri ne bunların? Ağaçsa ağaç, hep kesiyorlar. Sanki bir tek şimdi mi kestiler?" diye soruyor bir taraftan da. Hem bu solcular böyle dişli tipler miydi ki? Bu insanlar madem böyle süper kahramandılar da neden Çağlar’a bu konuda bilgi verilmemişti o güne kadar? 

Burada durup daha fazla içerikten bahsetmeyeceğim. Ama şunu söyleyebilirim: Vazgeçmemenin, kovalamanın, öyle ya da böyle bir yolunu bulmaya çalışmanın romanı bu. Yalnızca bu yönüyle bile okunmaya değer.


Anlatım şöleni

"Deliduman", yazarın ilk romanlarındaki cinai kurgudan farklı, belki "Erken Kaybedenler"deki öykülere daha yakın bir hikaye. Başrolde yine genç bir erkek var. Bu genç erkeğin ağzından yine olgun sözcükler dökülüyor. Ve okuyan yine yadırgamıyor.

Yazarın mizahi dili, kendine has üslubu ve başdöndürücü kurgu yeteneği bu kitapta da yerli yerinde. Okurlarının ondan beklediği her şeyi çekinmeden, cömertçe sunuyor yine.  

Referanslı, selam çakmalı, göz kırpmalı edebi eserleri okumaktan tat alanlar için de benzersiz bir kitap "Deliduman". "Ve Çeliğe Su Verildi" üzerinden Nikolay Ostrovskiy'e, "Geyikli Gece" üzerinden Turgut Uyar’a, "Kahvaltı" üzerinden Cemal Süreya’ya üstü kapalı şekilde, Dostoyevski kahramanlarına ise açıktan açığa gönderilen selamlar, anlatıyı bir çeşit şölene dönüştürmüş "Deliduman"da.  

Şu ana dek yayımlanan ‘Gezi kitapları’ arasında da farklı bir yerde duruyor "Deliduman". Ne tümüyle gerçek tanıklık ne de tümüyle kurgu. Ama yine de yıllar sonra Gezi’yi anımsamak istediğinizde elinizin gideceği bir kitap. Özellikle de kızkardeşini çok seven ve martılardan nefret eden biriyseniz...

Commentaires


bottom of page