Radikal, Eylül 2012
‘Büyük Yalan’, ‘Bıçak Sırtı’, ‘Parmaklıklar Ardında’, ‘Koyu Kırmızı’ gibi birçok dizide oynadı ama asıl Cannes’da Jüri Büyük Ödülü kazanan Nuri Bilge Ceylan filmi ‘Bir Zamanlar Anadolu’da’nın Doktor’u olarak hafızalara kazındı Muhammet Uzuner. Geçen hafta vizyona giren Muzaffer Özdemir’in yönettiği ‘Yurt’ta taşralı bir mühendis olarak çıktı karşımıza. Ayrıca Ali Aydın’ın Venedik’ten Geleceğin Aslanı ödülüyle dönen filmi ‘Küf’te kötü polisi canlandırıyor. Sadece beyazperdede değil beyazcamda da göreceğiz onu bu sezon; ‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’de Arif karakterine can verecek. Hem çalışkan hem başarılı hem de mütevazı Uzuner’e soracak çok sorumuz vardı, bir yerinden başladık...
Venedik’ten Geleceğin Aslanı ödülüyle dönen ‘Küf’teki rolünüzle başlayalım.
‘Küf’e, yapımcısı Sevil Demirci aracılığıyla dahil olmuştum. Senaryoyu alıp karakterimin ilk sahnesini okudum ve “Tamam, oynuyorum” dedim. Film 50 yaşlarındaki Basri karakterinin, 18 yıldır kayıp oğlunu arayışını anlatıyor. Her ayın 1’inde ve 15’inde İçişleri Bakanlığı’na dilekçe veriyor. Bir gün yaşadığı beldeye bir polis geliyor. Ben o polisi canlandırdım. Geçmişinde işkenceler yapmış, mazisi hiç temiz olmayan biri, fakat filmin bakış açısı çok hoşuma gitti. Basri’yi sorguya çektiği bir sahne var, onunla tanıştıktan sonra biraz şaşırıyor çünkü şimdiye kadar böyle biriyle hiç karşılaşmamış veya kendisini karşılaştırmamış biri bu karakter.
Kötü bir karakteri oynamaya nasıl motive oldunuz?
Polisin vicdan arayışı benim çok hoşuma gitti. Kişisel olarak öyle düşünmediğim için, ‘böyle olmayın’ı, ‘bu insanlar kötü insanlar’ı ifade etme fırsatı bulduğum için oynamaktan çok zevk aldım, motivasyonum buydu. Öte yandan zaten hepimiz kötüyüz. İnsan kötü bir varlıktır.
‘Küf’, Venedik’te nasıl tepkiler aldı?
Salon çok doluydu. Bu tür festivallerde salonun doluluğu ve film sırasındaki tepkiler önemlidir. Film süresince sadece bir kişi çıktı salondan. Film biter bitmez bir kadın İtalyanca ‘Bravo’ diye bağırdı. Soru cevap bölümünde Türkiye’deki siyasi duruma ilişkin birçok soru soruldu, çok ilgi topladı. Sonradan duyduk ki ‘Küf’te, bir ilk filmde görülemeyecek unsurların bir araya geldiği görülmüş, ki zaten Geleceğin Aslanı’yla taçlandırıldı.
“Bir Zamanlar Anadolu’da” ile de Cannes’a gitmiştiniz. İki büyük festival tecrübeniz var şimdiden...
Cannes tecrübesi başka bir tecrübe tabii. Orası daha büyük bir market. Pazarlaması, vitrini her şeyi daha şaşaalı. Bu anlamda şanslı olduğumu düşünüyorum.
Şans mı yoksa doğru seçimleri yapmak mı?
Biraz şanslıyım, biraz da sezgilerim beni doğru işlere götürüyor galiba. Filmin söylemeye çalıştığı şey hoşuma gittiyse, oynanmasında bir anlam olan bir rolse oynuyorum. Okuduğum zaman kendimi orada görüyorsam, oluyor o iş.
Muzaffer Özdemir’in bu hafta vizyonda olan filmi ‘Yurt’ta da bir rolünüz var. Taşrada yaşayan bir karakteri canlandırıyorsunuz. Sizin taşra tecrübeniz var mı?
Ağır bir taşra tecrübem var hem de. Samsun’da doğdum, liseyi bitirene kadar Samsun’daydım, gençlik yıllarım orada geçti. Daha sonra Gazi Üniversitesi İktisat Bölümü, oradan dört defa atıldıktan sonra mezun olmadan Dil-Tarih-Coğrafya’da Oyunculuk Bölümü’nü kazanıp oraya geçtim. 1992’de, okulu bitirdikten sonra Antalya’ya gittim. Orada da 12 sene yaşadım.
Neden büyükşehiri değil de Antalya’yı tercih ettiniz?
Okulda, kurum tiyatrolarının hiçbirine girmek istemeyen, oralarda kendimizi bulabileceğimizi, istediğimiz tiyatroyu yapabileceğimizi düşünmeyen bir grup arkadaştık. Alternatifler arıyorduk. Dünya tiyatrosu hocamız Sevil Sokullu, bize hep bir ülkenin tiyatrosunun metropolden değil taşradan beslendiğini, esas özgün, özgür fikirlerin taşradan çıktığını, metropoldeki rafine aklı taşranın beslediğini söylerdi. Belki bunun da etkisi vardı. Zaten büyükşehirde hazır bir iş de bizi beklemiyordu. Bir arkadaş Antalya’da belediyenin bir tiyatro hamlesi yapacağını söyleyince oraya gittik. Orada belediyeye bağlı, ödenekli ama alternatif bir tiyatro modeli denedik.
Nasıl bir model?
Orada bir tiyatro atölyesi kurduk. Sadece perde açıp kapatan, temsil veren değil kentin insanına birebir dokunan bir anlayışı vardı. 16 yaşındakilere de 80 yaşındakilere de açıktı programlar. Başvuranları bölümlere yerleştiriyorduk, kimini sahneye, kimini sahne arkasına. Tüm derslerimiz ücretsizdi ve neredeyse bir halk konservatuvarı niteliğindeydi. 12 yıl boyunca aslında bir kent tiyatrodan geçmiş oldu. İdealist bir şeydi ama değişen iktidarlarla birlikte, o özgün yapı, muhafazakâr yapıların içinde biraz ayrıksı durdu. Bizden pek hoşlanmadı yeni yönetimler, biz de istifa ettik.
Mutlu hayatınızı geride bırakıp İstanbul’a geldiniz.
Mutluydum ve hiç İstanbul’a gelmek istemiyordum gerçekten. Buradaki arkadaşlarım hep “Yeter artık, kendinizi çürütüyorsunuz” derlerdi. Fakat bir taraftan o taşra sıkıntısını da çekiyorduk. Eleştiri alamıyorduk mesela, oyunlarımız beğeniliyor ama bu eleştiri bizim için yeterli olmuyordu. Taşra dışarıdan geleni, işine yarayacak gibi görüneni bağrına basan ama en ufak ayrıksılıkta kapı dışarı eden biraz öğütücü bir yapı. İstanbul’a geldiğimizdeyse para pul yoktu tabii cebimizde. Ufak tefek televizyon filmlerinde, dizilerde oynadık. Geldiğim ilk yıl Tiyatro Pera’da ‘Şerefe Hatıralar’da, daha sonra ‘Venedik Taciri’nde oynadım. Bu sezon da, mübadele döneminde bir Rum ailesini anlatan “Ah Smyrna’m, Güzel İzmir’im”de oynuyorum. İlk oyun 11 Ekim’de.
Bu sezon sizi ‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’de Arif karakteriyle izleyeceğiz. Nasıl biri Arif?
Geçmişindeki -şimdi söyleyemeyeceğim- bazı travmatik durumlar dolayısıyla içe dönmüş yalnız bir adam. Osman ve Cemile üzerinde fikirleriyle etkili olacak bir karakter. Osman lise çağında bu sezon, onu yanlış şeyler yapmaktan alıkoyacak Arif. Cemile ile de yalnızlık ortak paydasında bir yakınlaşma olacak aralarında ama öyle fırtınalı bir aşk filan değil.
ÖBGZK çok izlenen bir dizi. Diziyle birlikte siz de daha çok kişi tarafından tanınacaksınız. Şöhret olmaya hazır mısınız?
Şöhret olmak çok zor bir şey ve beni cezbeden bir şey de değil. Herkes tarafından tanınıyor olmak mesleki olarak hoşuma gider tabii ama kişisel olarak, gündelik hayatımı rahat yaşamayı tercih ederim.
Dizide Ali karakterini canlandıran Erkan Petekkaya’nın yolunu kesen teyzeler olmuştu...
Bir keresinde, bir dizide karısını döven bir karakteri oynamıştım, “Neden böyle şeyler yapıyorsunuz?” diye durdurulmuşluğum var. Hem de birkaç kez. “Para veriyorlar, o yüzden yapıyorum” demiştim artık bir keresinde. Oyunculuğun profesyonel bir iş olduğu unutuluyor bazen.
Dizinin hikâyesi 12 Eylül’e yaklaşıyor sanırım artık.
Osman’ın bugün dizideki hali benimkine çok benziyor aslında. Ben de o zamanlar lisedeydim. Sol görüşlü bir aileydik ama eyleme filan katılmışlığımız yoktur. Babam esnaftı, biz de abimle tatillerde onun yanında çalışırdık. Biz evden çıkınca annem babamı arardı çıktılar diye, dükkâna varınca babam annemi arardı geldiler diye. Babam apartman yöneticisiydi, apartmanın duvarına yazı yazdılar diye beş gün gözaltında kaldı. Yıpratıcı bir dönemdi, hayat başka türlü işliyordu. Yine de o zamanlar ideallerimiz vardı, fikrimiz vardı, hayat doluyduk. Şimdi ben de dahil hepimiz naylonmuşuz gibi geliyor. Geçen gün bir arkadaşımız “yaşayakalmışız” dedi, çok doğru bence. Bugün için çok karamsarım. Sevdiğim işi yapıyor olmam güç veriyor sadece bana. Ama başımı kaldırıp dünyaya baktığımda mutlu olduğumu, sabahları mutlu uyandığımı söyleyemeyeceğim.
Muhammet Uzuner’in hedefi nedir?
Hayatımız seçimlerden ibaret ve ben seçimlerimde yanılmaktan korkuyorum. Çünkü beni ben yapan seçimlerim ve onlarda yanılırsam kendimden uzaklaşırım. Öyle Hollywood’a gideyim filan gibi bir derdim yok mesela. “Bir Zamanlar Anadolu’da”dan sonra Hollywood’dan bir teklif geldi ancak ne projenin bütününden, ne karakterden etkilendim, bu yüzden de içinde yer almak istemedim. Kibirlilik gibi algılanmasın bu ama Hollywood vampir gibi. ‘BZA’ gibi ödüllü bir filmde oynuyorsunuz, sizi oradan görüp çok etkisiz bir role yerleştirebiliyorlar. Onlar da her oyuncuları belli bir seviyede olsun istiyorlar belki, haklılar ama bana biraz vampirce geliyor bu. Ama çok güzel, bağımsız bir yapım beni arayıp bulursa, kafama yatarsa neden olmasın.
İş dışında nasıl bir hayatınız var İstanbul’da?
20 yıllık bir ilişkim var. Arkadaş çevremizle bir köy hayatı yaşıyoruz birkaç yıldır Cihangir’de. Dışlak bir yaşamdan çok hazzetmiyoruz. İçine kapalı bir grubuz. İnsanın ona gerçekleri söyleyecek en az bir arkadaşı olmalı, benim böyle 7-8 arkadaşım var. Bunu çok büyük şans olarak görüyorum. Bir gün kendimi kaybetme ihtimalimi çok aza indiriyor.
Comentarios