top of page

Jonathan Rhys Meyers: Serseri star


Radikal İki, Haziran 2010



‘Genç kızların sevgilisi’ titri herkesin harcı değil. Sadece yakışıklı olmak yetmiyor örneğin, bir ışığınız olmalı, gözleriniz parlamalı, gülüşünüz ortalığı aydınlatmalı... Üstelik bu unvanı sadece sizden daha genç bir diğeri çıkana kadar taşıyabilirsiniz. The Tudors’un yakışıklı kralı Jonathan Rhys Meyers da bu unvanı bir süre elinde bulunduranlardan. Şimdilerde tahtını Twilight/Alacakaranlık’ın yıldızı Robert Pattinson’a kaptırmış olsa da hâlâ Rhys Meyers’ı gönülden seven çok. Bunda, ‘celebrity’ hayat tarzını benimsemeyişinin, Porsche’siyle Hollywood bulvarlarında gezmeyişinin, hatta arabasının dahi olmayışının payı büyük. Bu hafta gösterime giren From Paris with Love/Paris’ten Sevgilerle’de olgun zamanlarına tanıklık ettiğimiz, şimdilerde akıllı uslu halleriyle dikkat çeken yıldızın gençlik yıllarıysa tam bir ‘ziyan’. Henüz üç yaşındayken onları terk eden babasının soyadını taşımak istemediği için annesininkini kullanan Jonathan Rhys Meyers’in geçmişinde, ailevi sorunlar, yoksulluk, okuldan atılmalar, sokak serserilikleri vs. ne ararsanız var. Küçük Rhys Meyers’in filmlerde gördüğümüz sokak serserilerinden bir farkı yok, ta ki, günlerden bir gün, halka açık bir havuzda bir casting ajansı çalışanı tarafından keşfedilene kadar. 14 yaşına kadar hiç telefonla konuşmamış yoksul (ki bu durumun vahametini anlamak için iyi bir kriter bence) bir ‘boş gezen’den, İrlanda’nın bugünkü en başarılı genç aktörlerinden biri mertebesine yükselen Rhys Meyers, War of Buttons adlı televizyon filminde oynayarak başladığı kariyerinde bugünlere emin adımlarla geldi denebilir. Asıl büyük çıkışını, Todd Haynes’in David Bowie’den esinlenerek yarattığı Brian Slade karakterini canlandırdığı Velvet Goldmine’la yapan Rhys Meyers filmdeki performansıyla çok konuşuldu. Filmin bazı sahnelerindeki şarkıları da kendisi seslendiren Rhys Meyers’ın filmdeki performansından bile daha çok akılda kalan ise Ewan McGregor ile öpüşmekten büyük keyif aldığını her fırsatta dile getirmesi oldu. 

Altın Küreli Elvis Velvet Goldmine’dan bir yıl sonra, artık her türlü uç role hazır olduğunu kanıtlayan Rhys Meyers’in bu potansiyelinden yararlanmak isteyen yönetmen Julie Taymor, kanlı Shakespeare uyarlaması Titus’ta iki tecavüzcü kardeşten biri rolü için Rhys Meyers’i uygun gördü. Ardından, kısa aralıklarla Prozac Nation ve Bend It Like Beckham/Hayatımın Çalımı’yla seyircisiyle buluşan aktör, 2004’te Oliver Stone’un da dikkatini çekmiş olacak ki Alexander/Büyük İskender’deki, Cassander karakterine hayat vererek çıkışını sürdürdü. 2005’teki mini televizyon dizisi Elvis’te itici Elvis Presley taklitlerinden çok uzak bir performans sergileyen Rhys Meyers aynı zamanda, şarkıcı-star rollerinde ne kadar iyi olduğunu bir kez daha kanıtladı. Hatta bu başarısını bir de en iyi erkek oyuncu Altın Küre’siyle taçlandırdı. Ardından, Woody Allen’ın Match Point’inde, canlandırdığı Chris Wilton karakterinin içinde bulunduğu ikilemi anlatmakta başarılı bir performans sergileyen aktöre bu konuda en çok donuk gözlerinin ve bakışlarının yardımcı olduğu tartışmasız bir gerçek. Artık bir aksiyon deneme vakti gelmiş de geçiyorken, Mission Impossible III/Görevimiz Tehlike 3’te Tom Cruise’un ajan takımından Declan rolünde karşımıza çıkan ve filmdeki performansıyla ‘aksanları da en az helikopter kadar iyi kullanırım’ demeye getiren Rhys Meyers’in iyi kullandığı başka bir şey daha var: Alkol. Fakat bu noktada, kariyeri boyunca toplam üç kez rehabilitasyon merkezine yatmak zorunda kalan aktörün İrlandalı olduğunu hatırlatmak gerek. (Bu belki alkol problemini bir nebze meşrulaştırır.) Amerika, Fransa, İrlanda gibi dünyanın birçok noktasındaki havaalanlarındaki sicili pek de temiz olmayan aktör işi United Airlines’la uçuşu yasaklanacak kadar ilerletmiş durumda. “Sette içiyorum, çünkü yapacak başka hiçbir şey yok.” diyen aktörün bu alkole meyyal halinin altında çok daha derin bazı yaralar olduğu şüpheler arasında. “Oyunculuk tam bana göre çünkü kendimken mutlu değilim” beyanatı ise bu şüpheleri haklı çıkaracak yönde. Kendinden mutlu değil ama kariyerinde rotası sağlam. Başrolünü önceki kuşağın efsanelerinden John Travolta’yla paylaştığı From Paris with Love/Paris’ten Sevgilerle şimdilik Rhys Meyers’in perdeye gelen son filmi. Yapımcı Luc Besson’ın buram buram faşizm kokan bu son filminde, Paris’teki Amerikan Konsolosluğu’nda görevli James Reece’i canlandıran aktör için rahatlıkla filmde izlenmeye değecek tek şeydi denilebilir. Filmdeki bıyıklı imajıyla, artık biraz da büyüdüğünü ilan eden yıldız bu durumdan gayet memnun görünüyor. Bir dergiye verdiği röportajda, “30’lu yaşlarınızla nasıl başediyorsunuz?” sorusunu “30 olmayı seviyorum, tekrar 20’li yaşlarıma dönmeyi hiç istemem doğrusu. Çünkü o yaşlarda ne çocuk ne de büyük oluyorsunuz. Son birkaç yıldır insanların bana daha farklı davrandıklarını fark ediyorum ve bu durum hoşuma gidiyor” diyen yıldızın yaşlı ve olgun halleriyse hayranları tarafından, bir kat daha hayran olmak için, dört gözle bekleniyor.

Comments


bottom of page