‘
Radikal İki, Haziran 2011
‘Ayşe Gencer, caz coğrafyamızda üç tarafı engin müzik denizleriyle kaplı bir yarımadaya benziyor; bir tarafı piyanist babası İlham Gencer, bir tarafı şarkıcı annesi Ayten Alpman, bir tarafı ise trompetçi eşi İmer Demirer.” diyor Murat Beşer, Gencer’in ilk albümü ‘But Beautiful’un kartonetindeki yazısında. Ve “yoğun bir şekilde gelen ‘albüm yap’ baskılarına ancak buraya kadar dayanabildi” diye ekliyor. Ayşe Gencer, uzun yıllardır o engin müzik denizleriyle çevrili olmanın verdiği birikim ve 25 yıllık sahne tecrübesini birleştirerek, nihayet hayranlarına bir albüm hediye etti. Gencer’in yorgun, dumanlı ve çatlak sesiyle hayat verdiği ilk albümü ‘But Beautiful’ özgün beste içermiyor. ‘The Man I Love’, ‘Don’t Explain’, ‘Just Friends’ gibi klasiklerden oluşan albüm Türkiye’de caz standartlarından oluşmuş ilk kadın vokal caz albümü. Albümde Ayşe Gencer’in vokaline, trompette İmer Demirer, piyanoda Serkan Özyılmaz, davulda Cem Aksel, kontrbasta Matt Hall, alto saksafonda Meriç Demirkol ve perküsyonda Tunç Çakır eşlik ediyor. Ayşe Gencer’e yeni albümünü ve caz geçmişini sorduk, o da Samsun 216’nın “hediyesi” çatlak sesiyle sorularımızı yanıtladı.
25 yıldır sahnelerdesiniz. Albüm neden bu kadar geç kaldı?
Tam 25 yıl önce başladım caz söylemeye ama yine de albüm için geç olduğunu düşünmüyorum çünkü cazın zamanı yok. İnsanın sesi çıktığı müddetçe söyleyebileceği bir tür. Ben kendime güvenmiyordum, daha zamanı değil diyordum hep. En önemli sebepse tabii ki ticari kaygıydı. Kimse caz söylemeye cesaret edemiyordu. Plak şirketleri ancak prestij için caz albümü yapmaya kalkışıyorlardı. Bir de şu var: Eşim İmer’in de çok iyi bir müzisyen olmasına rağmen bir albümü yoktu ve hep önce onun bir albümünün olması gerektiğini düşünmüştüm. Geçen sene onun albümü çıkınca bu sene de benim karşıma Neşe Yıldıran çıkıp “Ben sana albüm yapmak istiyorum” deyince artık zamanı geldi dedik.
Karşınıza birinin çıkmasına gerek var mıydı, artık herkes evde oturup kendi albümünü yapabiliyor.
Albüm yapma sürecinin aslında nasıl bir süreç olduğunu biliyorum. Şimdi parası olan, birazcık da müzik yapabilen kendi kendine albüm yapıyor. Bu bana çok tuhaf ve gurur kırıcı geliyor. Bir insana en azından birinin inanması gerekir. Bir kişi, bir plak şirketi, ne bileyim biri inanmalı. Ben şartlarım el verse dahi kendi kendime böyle bir şey yapmazdım.
Bu aslında zihniyetin zaman içinde ne kadar değiştiğini gösteriyor.
Sadece zihniyet değil her şey çok değişti. Eskiden her şey çok zordu, ne bir caz okulu ne başka imkanlar vardı. Parça bulamazdık, albüm bulamazdık. Albüm yapma sürecinden önce bu işi ‘öğrenmek’ çok uzun senelerimi aldı. Kendi kendime sahnede öğrenmek durumunda kaldım her şeyi. 20 sene önceki caz müzisyenleri bir elin parmaklarını geçmiyordu. Ve sayıca o kadar az olmaları onlara inanılmaz bir ego sağlıyordu. Onlarla çalışmak o kadar zordu ki!
Özgüveninizi zedelemişler galiba biraz.
Eksiklerimi bildiğim için çok korkuyordum sahnede ben. Bir taraftan öğrenmeye çalışırken bir taraftan da acaba ne diyecekler bana diye çok korktuğum için kendime güvenimi kazanma ve öğrenme sürecim çok uzun sürdü. Ama çok şükür ki İmer Demirer’le evlendim. (Gülüyor)
Nasıl tanıştınız İmer Demirer’le?
Annem 86 yazında, Bodrum’da bir caz kulüpte şarkı söylüyordu. Bir gece beni de ite kaka sahneye çıkardılar, bir parça söyledim. O gece, kulübün sahibi seneye sen söyler misin burada diye sordu. Ertesi sene gittiğimde grupta yeni genç bir trompetçi vardı: İmer (Gülüyor), Birlikte çalışmaya başladık. Sonra 88’de de evlendik zaten. Birlikte başladık aslında caza ama İmer büyük bir kabiliyet olduğu için çok çabuk yıldızı parladı.
Evde durum nasıl peki?
Asla beraber çalışamıyoruz! Evde ikimiz prova yapmaya başlayınca sonunda muhakkak yapamaz hale geliyoruz.
Uzun zaman birlikte sahne aldınız aslında, neden o kadar zorlanıyorsunuz?
O çok bilgili ve yetenekli, beni de kendisi gibi zannediyor ama ben o kadar çabuk algılayamıyorum çünkü müzik okumadım. Ben sadece kalple, ruhla, hisle okuyorum ve ufacık bir azar mahvediyor beni.
İmer Demirer’in en büyük hayranlarındansınız sanırım.
Kesinlikle. O trompet çaldığı zaman şarkı söylememenin imkanı yok! Bütün konserlerimizde ikinci chorus’a onun solosundan sonra girmek isterim çünkü o beni bambaşka yerlere götürüyor.
Albüme dönelim tekrar. Caz standartlarını okumak cesaret isteyen bir iş olsa gerek.
Daha önce böyle bir şeye cesaret edilemedi. Kaygılar aynı biliyorsunuz, satsın diye, mutlaka içinde etnik bir şeyler olmalı diye düşünüyor insanlar. Daha önce beste söylendi ve Türkçe söylendi ama bu gerçek ‘standartlar’ı içeren ilk kadın caz albümü bu.
Parçaları seçmekte zorlandınız mı?
Çocukluğum Antonio Carlos Jobim, Stevei Wonder, Sarah Vaughan ve Ella Fitzgerald dinleyerek geçti. Babaannem piyano öğretmeniydi benim. İlk derslerimi ondan aldım. 15 sene filan önceydi galiba, bir gün evde Antonio Carlos Jobim’in ‘Luiza’sını dinlerken çıldırdım. Bana o kadar güçlü bir duygu verdi ki şarkı, resmen çıldırdım. O günden beri bir albümüm olursa ‘Luiza’ kesinlikle onun içinde derdim zaten. Neşe Yıldıran’ın albüm için tek şartı vardı; ‘The Man I Love’ı söylemem. Onu da Neşe için aldık albüme. Bazı şarkıların yeri zaten hazırdı yani.
Son olarak genç cazcılarla aranız nasıl diye soralım. Birkaç ay önce bir Ella Fitzgerald gecesi yaptık, yedi kadın caz vokalisti ilk kez orada bir araya geldik, o kulisi herhalde hayatım boyunca unutmayacağım. Birbirimize olan saygı, sevgi, paylaşım... Mesela ben nota bilmediğim için son gece Sibel Köse gece yarısı melodiyi telefonuna kaydedip, üzerine sözleri oturtup gece yarısı bana yolladı. Hepsini çok seviyorum ve hepsi harika vokaller gerçekten. Şeker bir rekabet var ve bu çok umut veriyor insana.
コメント